Uzun yıllar boyunca "özgürlük", "demokrasi" ve "insan hakları" gibi kavramlar, özellikle İslam coğrafyasında parlak sözlerle süslenip sunuldu. Fakat bugün gelinen noktada bu kavramların arkasındaki gerçek niyetleri daha net görebiliyoruz. Artık maskeler düştü. Ama esas mesele şu: Biz ne kadar ayaktayız, ne kadar farkındayız?
İslam dünyasında uzun süredir yaşanan iç huzursuzluklar, mezhep çatışmaları, kültürel yozlaşma ve manevi boşluklar; dış etkenlerden çok, kendi içimizdeki zafiyetlerle de yakından ilişkilidir. Dışarıdan gelen etkiler elbette vardı, ama içeride güçlü bir bilinç, birlik ve adalet anlayışı olsaydı, bu etkiler bu kadar kök salamazdı.
Makam, para, güç ve çıkar uğruna değerlerin ikinci plana atıldığı; ahlakın, adaletin ve merhametin zayıfladığı bir toplumda, elbette inanç da yara alır. Bugün birçok Müslüman, İslam’ın ruhunu ve özünü hatırlamak yerine şekle ve görüntüye takılmış durumda. Oysa İslam; sadece ritüeller değil, adaletle yaşamak, merhametle hükmetmek, kardeşçe paylaşmak demektir.
Filistin’de yaşanan trajediler, sadece bir halkın değil, insanlığın vicdan testidir. Ama ne yazık ki bu teste çoğu zaman sınıfta kalıyoruz. Sessizliğimiz, dağılmışlığımız, duyarsızlığımız; zulmün devam etmesine istemeden de olsa zemin hazırlıyor.
Artık uyanmak, silkelenmek ve özümüze dönmek zamanıdır. Kimse bizim için bu dönüşümü gerçekleştirmeyecek. Kalplerdeki inancı, toplumdaki adaleti, ailedeki sevgiyi, devletteki merhameti biz inşa edeceğiz.
Batı'nın maskesi düştü evet, ama bizim de kendi yüzümüze dürüstçe bakmamız gerekiyor. Gerçek yüzümüz ne kadar İslam’a, ne kadar insanlığa yaklaşıyor?
Zulme karşı durmak sadece sloganla olmaz; ahlakla, birlikle, bilgiyle, sabırla ve dua ile olur. Ve unutmayalım: Zulüm ile abad olanın, sonu berbat olur. Tarih bunu çok kez gösterdi, yine gösterecektir.