Geçen senelerde Gazze’ye destek vermek için düzenlenen bir programda konuşmam istendi.
Konuşmamın başlığı:
“İsrail Bu Gücü Nereden Buluyor?”du.
Sorunun özüne, yani gücün kökenine inmek üzere oradaydım. Çünkü bir şeyi değiştirmek istiyorsak önce onu anlamamız gerekir.
Fakat anladım ki anlamak istemeyen bir kalabalığa doğruyu anlatmak, bazen ihanetten yargılanmaya kadar varan bir bedel gerektiriyor.
Ben İsrail’in yüksek teknolojik altyapısından, savunma sanayisindeki ilerlemelerden, yapay zekâ temelli istihbarat sistemlerinden ve üniversite-ordu işbirliğinden bahsettim.
Çünkü Gazze’de akan kanın arkasındaki asimetrik güç dengesinin temelinde işte bu unsurlar yatıyor.
Fakat bu bilimsel gerçekler, “ajitasyonla motive olmuş” bir kalabalığın hoşuna gitmedi.
Öncelikle düşmanı iyi tanımak uluslararası stratejinin başıdır…
Allah’ın çalışana verdiğini ve İslam Dini’nin ilk emrinin oku olduğuna vurgu yaptım.
Bu coğrayanın kurtuluşunun okumaktan geçtiğine sık sık vurgu yaptım.
İsrail üniversitelerindeki laboratuvarlarda üretilen nano teknoloji, savunma sanayi, çöllerde üretin tarım ürünleri ve 26 Nobel Ödüllü Yahudi bilim insanlarının bilime katkılarını anlattım…
Ak sakallı, Taliban Kafalı birkaç kişi konuşmamı sık sık böldü, “İsrail’i övüyor!” nidaları yükseldi.
Kimileri bana “ İsrail için Mi Gazze için mi burada” dedi, kimileri ise doğrudan susturulmam gerektiğini ima etti.
Oysa o kitle ve ben kendimizi ve Mazlum Gazze halkının haklı davasını zalimlere anlatmak için oradaydık ve bir Müslüman’a yakışmayan o zillet rolündeydik…
O an anladım ki bu toplumda bilgiye olan düşmanlık, artık sadece cehaletin değil, bir ideolojiye dönüşmüş durumda.
Gazze yanarken, bazıları hâlâ 14. yüzyılın diliyle konuşmakta ısrar ediyor.
Teknolojiye karşı öfke, Batı’ya karşı duyulan öfkeyle karıştırılıyor.
Oysa biz düşmanı tanımadıkça, onun sistemlerini, üretim biçimlerini, düşünce kalıplarını analiz etmedikçe, sadece duayla zafer bekleyen ama her defasında aynı acıları yaşayan bir halk olacağız.
Gazze’ye yardım etmek, sadece battaniye göndermekle ya da sosyal medyada slogan atmakla sınırlı kalamaz.
Bu, aynı zamanda bir akıl ve anlayış seferberliği olmalı. İsrail’in SİHA’sı varsa, biz neden hâlâ “kurtuluş”u mistik bekleyişlerde arıyoruz?
Bir yazar ve aktivistin kalkıp “önce teknoloji, eğitim, kurumlaşma” demesi bile artık linç sebebi haline gelmiş durumda bu coğrafyada…
Düşmanı tanımak, onu taklit etmek değil, onu aşmanın ilk adımıdır.
Ama biz ne yazık ki hâlâ düşmanla ilgili her bilgiye “ihanet” yaftası yapıştıran bir körlüğün içindeyiz.
Gazze için ağlamalıyız, evet. Ama ağlarken aynı zamanda sormalıyız:
“Biz neden geri kaldık?” Bu soruya cevap vermek, hamaseti değil bilgiyi gerektirir.
O gün sahnede kendimi ve bu camiayı çok sorguladım.
Aslında, İsrail’in neden kahrolmadığını bana itiraz eden O kitleden kat be kat öğrenmiştim o gün.