Ahlaksız bilim ve teknolojinin ortaya çıkardığı sonuçları incelediğimizde en çok da mazlumların kan ve gözyaşlarını arttırmaktan öteye gitmediğini gözlemliyoruz…
Eskiden de savaşlar, soygunlar yapılıyordu, insan hakları ihlal ediliyordu, çevre hor kullanılıyordu fakat şimdi ahlaksız modern teknoloji, bu kötülükleri normalleştirmiş durumda.
Savaşlarda sadece savaşanlar ölmüyor; hastanelerdeki ağır hastaların, kamplardaki mültecilerin, okullardaki çocukların üzerine teknoloji ile donatılmış uçaklarla bombalar yağdırılıyor.
İsrail, AB ve ABD liderliklerinden aldığı koşulsuz moral destekle adil savaş öğretisine ve Cenevre Sözleşmelerine küstahça aykırı hareket ediyor, sivil hedefleri belli ki bilerek bombalıyor, çocukları, hastaları, mültecileri alçakça ve pervasızca vuruyor…
Tarihe kısa bir göz attığımızda ahlaksız bilim ve teknolojiye sahip olan küresel güçler sayesinde İkinci dünya savaşından sonra yaklaşık 2 milyar insan, yani dünya nüfusunun dörtte biri çatışmalardan etkilenen bölgelerde perişan bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor.
2023 yılı itibarıyla zorla yerinden edilmiş, açlığa-yokluğa-yoksulluğa mahkum edilmiş insanların sayısı 108 milyonu aşmış durumda.
406 milyon insan, yani Anadolu nüfusunun neredeyse beş katı büyüklüğündeki bir kitle, uluslararası yardıma muhtaç yaşıyor…
Irkçılık, ayrımcılık artık en olmayacak yerlerde bile yükselişte. Antisemitizm de İslam karşıtlığı da Arap düşmanlığı da artışta. Nefret söylemi gün geçtikçe ana akım siyasetin temel vurgusu haline dönüşmekte. Bu durumda insanlığının ve tümüyle küremizin kurtuluşu şüphesiz yeni bir ahlaka bağlı…
Ama ne yazık ki şu anda gücü elinde bulunduranlar bu ahlakı vaat etmiyorlar.
1945’te Japonya’ya atılan ilkel teknoloji ile üretilen atom bombasından Hiroşima’da 140.000, Nagasaki’de 80.000 kişi öldü.
Küresel ahlaksız güçlerden aldığı güçle iyice küstahlaşan İsrail, mazlum Gazze halkına toptan bir savaş açarak Hiroşima ve Nagasaki’de bile kullanılmayan teknolojik bombalarıyla dünyaya ya da İslam Ümmetine adeta meydan okuyor.
İlk etapta herkesin öve ive bitiremediği sözde medeniyetin beşiği İsveç dâhil, Batının güçlü devletlerinin çoğu, BM’deki oylamada İsrail’in katliamı durdurmasına “evet” diyememişler, bu savaşın durmasına bile taraftar olamamış, çekimser oy kullanmışlar...
Batılıların, büyük acılardan sonra kendi içlerinde barış ve güvenliği, bilimsel ve ekonomik ilerlemeyi vs. başarıları sağlamış olmalarını takdir ediyorum; Müslüman devletleri ve toplumları da bunları başaracak gayreti göstermedikleri; kendi vatandaşlarını Avrupa kapılarında ekmek ve onur aramak zorunda bıraktıkları için bazen eleştiriyorum. Bu durum, yer yer yanlış anlaşılmalara da neden oluyor.
Aliya der ki:
“Ben Avrupa`ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptı. Hem de Batı`nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
“Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
Bunu söyleyen Aliya, 1997 yılında Tahran’da yaptığı bir konuşmada da şunları söylemişti:
“Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil.
Kendi kendini kandıran komünizmin “çürümüş Batı” propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil.
Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler.
Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz.
Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kuran bize bunu emretmiyor mu; “Hayırlı işlerde yarışınız.”
Evet şunu çok iyi biliyoruz ki Batı’nın dönüşü olmayan köleleştirme kapıları yüzyıllarca, Afrikalıların Batı köle pazarlarına taşınmak üzere gemiye bindirildikleri Mali’deki Goree adasında bulunan kapı hiç kapanmadı ve hiçbir zaman da kapamanyacak…
insan hakları, sivil ilişkilerde ve kamu yönetiminde adalet ve dürüstlük, hukukun üstünlüğü, hürriyet, adil paylaşım gibi değerlerin asıl kaynağı kesinlikle İslam Medeniyetidir. Bunu tarafsız yargısız ve insaflı okuyan herkes çok iyi bilir. Çünkü Hz. Muhammed aleyhisselam peygamberlikle görevlendirildiğinde işe bunlardan başlamış, insanlarla bu değerler üzerinden iletişim kurmuştu.
Fakat bu günün şartlarında ve 57 İslam Devletinin tavırlarıyla nasıl anlatacağız dünyaya?
Dünyanın en zeki insanı olduğu söylenen Yahudi asıllı Einstein’e der ki:
“Denenmişi denemek aptalların işidir.”
Hz. Peygamber de bu hakikati şöyle ifade eder:
“Mümin¸ bir delikten iki defa sokulmaz.”
Bin yıl önceki ulemanın kendi çağların sorunlarını çözmek için ürettikleri fikirleri, bilgileri –geçmişteki binlerce yıldan daha fazla değişiklik ve yeniliklerin yaşandığı- zamanımızda da inadına sürdürmemizin bedelini yüzlerce yıldır ödüyoruz ama aynı delikten sokulmayı ısrarla sürdürüyoruz. Bunu akıl da din de kabul etmez.
Bu yanlışımızın bedelini bu günlerde Gazzeli masum çocuklar, anneler, babalar ödüyorlar. En ağır olanı da ümmet çaresizce bunları izliyor, Batı’dan bir barış ve çözüm üretmesini bekliyor…
Yazık!